Saatleri Ayarlama Enstitüsü, yakın zamanda dünyanın önde gelen bir yayınevi tarafından İngilizceye çevirilip yayımlanan böylece bence büyüklüğünü kanıtlayan bir romandır. Üstad Ahmet Hamdi Tanpınarın, dünya klasikleri listesine girmeyi sonuna kadar hak eden romanıdır.
Bu romanda, ömrü saatlerle iç içe geçmiş bir insan olan Hayri İrdal’ın genelde kendi iradesi dışında gelişen ama kendini bir türlü kurtaramadığı çoğu zaman talihsiz bazen de şanslı olayları konu alır. Hayri İrdal, kendi halinde yaşayan, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan hayatını idame ettirmeye çalışan birisidir. Ne var ki zamanın gerisindedir ve biraz da dengesizdir. Velakin, samimidir, yaşadıklarını tüm samimiyetiyle anlatır bu da onu güvenilir kılar ki, Ahmet Hamdi Tanpınar zamanın şartlarına olan bakışını Hayri İrdal’ın kişiliğinde dillendirir.
Bu rommanda Tanpınar, zamanını kaybetmiş bir toplumu anlatmaktadır. Modernleşme namına yapılan saçmalıklar, geçmişin hatalarına sıkı sıkıya bağlılıklar, yanlış anlaşılan ve uygulanan bilimler… Zamana ve modernleşmeye değer her şey Tanpınarın eleştiri kapsamındadır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, zamanını şaşırmış bir cemiyetin eleştirisidir. Hayri İrdal’ın şehrin hiçbir saatinin birbirini tutmadığı şeklindeki bir gerçekliği yansıtan sözü aslında zamanın dışında yaşayan insanları hedef alır. Bunda Cumhuriyet Döneminde art arda yapılan inkılapların payı vardır. Zira yapılan inkılaplar hep toplumsal hayatın önündedir. Salih İdris Şahin
Roman bir hicivdir. Şahsen bu yönüyle Gogol’ün Ölü Canlar ve Cervantes’in Don Kişot kitaplarına benzetiyorum. Oldukça eğlenceli ve mizah dolu bir kitap. Yalnız komikliğini yazarın tarzından almıyor, aksine Tanpınarı oldukça ciddi bir yazar olarak görüyorum (okuduğum ilk kitabıdır) ancak kitabı eğlenceli ve komik hale getiren halkımızın yaşayış tarzıdır. Şu an bile çevrenizde yazarın anlattığı türden absürdlüklere rastlayabilirsiniz.
Kitabın başka bir özelliği de psikolojik tahlillere başvurası, rüyalara önem vermesi ve psikanalitiğe takmış olmasıdır. Yazar önce belki de psikanalitiğin Türkiyedeki yansımasına bir eleştiri getirir, sonra da bu teorinin nimetlerinden uzun uzun yararlanır.
Sonuç olarak, bu kitabı bir Gogol ya da Cervantes yazmış olsaydı mutlaka bir şaheser kabul edecektik. Tek şanssızlığı bir Türk tarafından yazılmış olması ki bu şanssızlığını da artık kırıyor. Bir klasik ve mutlaka okunması gereken bir roman!
Bir yanıt yazın