O kadar güzel başlıyor ki kitap, “lan” diyorsun, “tek değilim bu dünyada benim gibi başkaları da var hatta taa Allahın rusyası bile benim gibi insanlarla dolu. Hatta baksana sanki Dostoyevski bile benim gibi biri, benim gibi düşünüyor, benim gibi davranıyor hatta kitabında yazıyor. Kesin kendisini anlatmıştır burada ve bu karakter tıpkı benim.” diyorsun.
O kadar güzel anlatıyor ki modern zamanın delisini modern olmayan yıllarda Dostoyevski, kendinden bir şeyler buluyorsun, hatta kendini buluyorsun “yer altından notlar”da. Seviniyorsun içten içten, az önce yazdıklarımı aynen beyninden geçiriyorsun belki de.
Bunu Dostoyevski de biliyor ve seni dünyanın en acımasız gerçeğine savunmasız bir şekilde hazırlıyor, çünkü vuracağı tokat belki çok sessiz olacak ama çok acıtacak.
Sen modern zamanın delisisin diyor, çünkü benim anlattığım deliyi kabullendin. Sen bir delisin diyor evet ve kendine sormadan edemiyorsun. “lan ben deli miyim?” Sonra Antony hopkinsin o meşhur repliği geliyor, “hiç bir deli ben deli miyim diye sormaz” diyorsun kendini avutuyorsun.
Dostoyevski vuruyor tokatı, sen delisin diyor, kafan karışıyor. işin içinden çıkamıyorsun, Dostoyeski’nin delisinin yaptığı, düşündüğü her şeye katılıyorsun. ben olsam aynısını yapardım diyorsun. Ama son hareketini anlamıyorsun, kendini orada ayırıyorsun delilikten, ben bunu yapmazdım diyorsun.
Ama nafile, anlamaya çalışıyorsun Dostoyevski’yi… Aslında kendini anlamaya çalışıyorsun farkında değilsin…
Dostoyevski’yi Anlamak
Comments are closed.
acıtıyor be.