Oğuz Atay anlaşılmaması ya da zor okunmasıyla ünlü bir yazar. Bu kitabı da tıpkı ilk kitabı gibi bir yere kadar sizi zorlayan, hayalle gerçeğin iç içe olduğu karmaşık bir kitap. Kitabının bir yerinde “biz basit bir eğlencelik değiliz.” diyor yazar.
Okunmak istiyor, anlaşılmak istiyor ama diğer taraftan da okurun düşünmesini ve zihnini yormasını istiyor. Yoksa biz de bilirdik kolay okunan olay romanları yazmasını diyor.
Kitap, eşinden ayrılıp bir gecekonduda yaşamaya başlayan Hikmet Benol’ün hikayesini anlatıyor. Hikmet kendini arkadaşlarından ve ailesinden soyutlayıp emekli bir albay ve dul bir kadının da kaldığı üç katlı ahşap bir evin ikinci katına yerleşiyor.
Tıpkı tutunamayanlar kitabındaki Cemil gibi, Hikmet de önce toplumun beklentilerini yerine getirip normal bir insanın gereğini yerine getirmeye çalışıyor. Evleniyor, meslek sahibi olup para kazanmaya çalışıyor, karısıyla birlikte herkes gibi güzel manzaralı yerlere gidip güzel vakit geçirmeye çalışıyor. Ancak olmuyor…
Böylelikle her şeyden vazgeçip babasından kalan parayla geçinmek üzere gecekonduya yerleşip kendini Albayla birlikte oyunlara adıyor. Yazar burada dünyayı bir oyun alanı olarak gördüğünü belirtiyor zaten dolayısıyla hem hikmetin kendi yaşamı hem de kafasında oluşturduğu oyunlar ve gerçekler birbirine giriyor.
İşin içine eleştiriler, simgeler ve muziplik de girince işler eğlenceli ancak anlaşılmaz bir hal alıyor okuyucu için.
Kitap boyunca Hikmetin aynı anda kendisiyle, albayla ve diğerleriyle olan diyaloglara şahit oluyoruz. Bunların hangilerinin gerçek hangilerinin Hikmetin kafasında gerçekleştiğini anlamamanız için de yazar elinden geleni yapıyor. Belki de olanların hepsi Hikmetin kafasındaki bir oyundan ibaret bunu bilemiyoruz. Zira kitabın sonundaki diyalog da buna işaret ediyor ve aynı zamanda anlaşılmamaya bir gönderme. Aslında aynı anda bir çok şeye gönderme yapıyor son cümle.
Tehlikeli Oyunlar kitabı tarzı ile okuyucuyu kendi dünyasına çekiyor. Bitirdikten sonra da uzun süre etkisinden kurtulamıyorsunuz. Bunu en iyi anlatan 1000kitap sitesindeki şu yorum bence.
Albayım,
15 gündür Hikmet Benol’un etkisinden çıkmaya çalışıyorum. Derdi ne bu adamın albayım? Ne bu kadar tatava? Noldu, anlattın da noldu Hikmet? Senin yüzünden 15 gündür ne okuduğumdan zevk alabiliyorum ne de herhangi bir kitaba elim gidiyor. Ne vardı bu kadar sarsacak? Tanımadığım bilmediğim insansın, karakter olarak hayatıma girip beni bu kadar derin düşüncelere sokup, kendi düşüncelerim altında ezilmeme sebep olmana ne gerek var. Amacın ne? Noktalama işaretleri mi kullanmayayım ben de senin canını yakabilmek için?
Fakat, Allah kahretsin insan okuyup anlamak da istiyor albayım, böyle budalaca bir isteğe kapılıyor. Bir yandan da öncekinin etkisi geçmesin istiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çapraşık duyguların altında eziliyor. Fakat benim de etkiden kurtulup, okumaya devam etmeye hakkım yok mu albayım?
Yok.
Peki albayım. Ben de bir köşemde oturup tavuklu pilavımı yerim, uzaktan derse de girmem spora da gitmem. Oturduğum kanepenin üzerinde birinin beni kurtarmasını beklerim; ama karantina var albayım. İnsanlar dışarı çıkamadan gelip beni nasıl bulsunlar? Ramazan’da teravihe gidenlerin dışarıdan beni görüp yardım etmelerini mi bekleyeyim? Bilmiyorum albayım, insan çok düşündüğünde deliriyor, özellikle de düşüncelerinin bir değeri olmadığında.
Hakan
Bir yanıt yazın