‘Kılıçsız akit boş sözden ibarettir’. Bu sözün sahibi Thomas Hobbes, felsefesinin temeline kılıç kadar keskin bir gerçekliği oturtmuştur. Astronomide Kopernik’in, fizikte Galile’nin yaptığı devrimin benzerini siyaset felsefesinde yapabilmesinin hikmeti de işte bu atılganlığı. Skolastiğin kördüğümünlerine naturalizm ve empirizmle bileylenmiş keskin felsefesiyle aniden inmiştir Hobbes. Hiç beklenmedik bir anda…
John Locke’sa kılıç sanatlarında usta değildir çünkü o aklı kullanma zanaatinde yetkinleşmiştir. Tüm uğraşı aklın doğasını sorgulamak ve yaşamı akılla düzenlemek üzerinedir. Aydınlanmanın başlangıç filozofu olarak gördüğü hürmet bundandır. Ve zamanı geldiğinde Fransız ve Amerikan devrimlerinin ateşi de John Locke’un kıvılcımlarıyla tutuşacaktır…
Locke’un kıvılcımlarından nasiplenen George Berkeley, bilgi teorisinin maddeci bariyerleri üzerinden atlayan İrlandalı bir rahiptir. Filozofların bin dereden su getiren spekülasyonlarına bir set çeker Berkeley ve şunu sorar: Hakikat tüm insanlığın feryadıysa, onu birkaç kişinin oyuncağı haline getirmek de neyin nesi? O da deneycidir selefi Locke gibi ancak onun deneyciliğine kilise vitraylarının renkli ışıkları düşer.
İskoçya’da ‘Aziz David’ olarak anılan David Hume ise Berkeley’i takdir etmesine rağmen tanrısal vitrayların üzerine şüphecilik sıvasını çekmeye niyetlenmiştir. Deneyciliğin zirvesidir ama şüpheciliğiyle handiyse deneyciliği bile tarumar edeceği zannedilir. Neyse ki bilginler bundan kurtulur lakin Hume’un bilgi teorisini üzerine sorduğu sorular, filozoflara yepyeni mesailerin kapılarını açar.
İki İngiliz, bir İrlandalı ve bir İskoç. Britanya’nın bireyi yücelten dört büyük filozofu…
Solmaz Zelyüt, İngiliz felsefe çığırının dört önemli ismini ele alıyor Dört Adalı’da… Ve onların baş döndürücü arayışlarını siyaset ve bilhassa bilgi teorisi özelinde yoğunlaşarak anlatıyor. Aynı ethos’un içinden doğan dört felsefenin hikâyesi Dört Adalı…