Küçükken okuduğun her kitaptan sonra ben de büyüyünce kitap yazacağım hayalini tazelediysen, büyüyünce ister istemez bu kitap yazanlar acaba nasıl insanlar sorusunu soruyorsun. Hele o yazarların  seninle aynı şehirde yaşamış, aynı havayı solumuş olduklarını bilirsen, üstüne çok genç yaşlarda yazar olduklarını da ekleyince, yazdıklarını daha da merak ediyorsun.


Canan Cansu Ateş, bir dönemde olsa aynı şehrin havasını solumuş olduğum genç yazarlarımızdan bir tanesi. Arkadaşımın; ” Bu yazar bizden mutlaka oku! “demesiyle okuduğum kitabının adı ise “Sağım Solum Sobe”.
Kitabın türüyle ilgili bir tanım yapamıyoruz, içerisinde denemeler, şiirler ve hikayeler barındırıyor. Bu durum pek rastlanmadık bir durum olsa da hikayelerin ve denemelerin de bir şiir havasında olmasından dolayı pek sırıtmıyor ve kitaba samimi ve akıcı bir hava sunuyor doğrusu.


Yazar okuyucusuna birinci ve üçüncü tekil şahısların ağzından sesleniyor. Bu durum da kitap bütünlüğünü bozan bir etmen gibi dursa da ortak özellik olan “samimiyet” bu durumu artı bir özelliğe dönüştürüyor. Yazar bazen bu şahısların ağzında çarpıcı sosyolojik tespitler yaparken, bazen kendi yaşadığı iç çatışmaları ve duyguları okuyucusuna mal ederek haykırıyor.


Kitabı okurken kendinizi kaptırıyorsunuz, hikayeler ve sosyolojik tespitler sizi alıp götürüyor. Bazen bu tespiti ben de daha önce yapmıştım diyesiniz geliyor. Anlattığı mekanlar beyninizde canlanıveriyor.
Ama hikayelerin sonu geldiğinde hikayenin getirdiği açlığı doyuramadığınızı hissediyorsunuz. Sanki bir şeylerin tadı damağınızda kalıyor. Bu hikayenin bir devamı da olmalı diyorsunuz, karın doyar göz doymaz misali… Acaba, kitabı çarpıcı yapan noktalardan bir tanesi bu mudur diye düşünüyorsunuz.


Hepsini bir kenara bırakın, bu kitap sadece son bölümü için bile okunur. İtiraf etmeliyim ki yazarın babasını anlattığı o son bölümde birkaç damla yaş süzüldü gözlerimden…


Yazarımızın, yeni kitaplar yazma yönündeki isteğinin hep canlı kalmasını diliyoruz.