Öldür Kendini!

Uzun zamandır içinde bulunduğum ruh halini anlatacak kelimeler bulamıyordum. Hala bulamıyorum ama kafamda bazı şeyler şekillenmeye başladı. Bazı kelimeler bazı olaylar belirdi köşelerde bir yerlerde. Unutmadan yazmalı dedim…
İşte yazıyorum.
Aslında durumu bir kaç kelime ile özetlemek pek tabii mümkün; karmaşa, isyan, güvensizlik ve şaşkınlık. İşte bu kelimeler benim haleti ruhiyemi çok güzel özetliyor bunlara belki de çaresizlik kelimesini de ekleyebiliriz.
Karmaşa: bu durum aslında herkeste olması gereken bir özellik diye düşünüyorum. Türkiyenin ve dünyanın içinde bulunduğu yalan ve dolanlarla dolu nefret katkılı karmaşık ortamı düşünürsek, daha doğrusu ben düşünürsem, insanların kafasının çok net olması bence o insanın sorunlu olduğunu gösteriyor. (her konuda net olmak değil tabii bu)
Gezi olaylarını düşünün; Türkiyenin ikiye bölünüşünü görün. Bunu bizzat yapan kişiyi tanıyın. Dış kuvvetlerin etkisiyle çarpın. Anlayabildiğim tek şey ortada büyük oyunların döndüğü, hissettiğim tek şeyse bu oyunda kimsenin masum olmadığı. Komplo teorilerini bir kenara bırakıyorum. Televizyon kanallarının yaptıkları, gazetelerin ve medya kuruluşlarının tavrı, bizzat başbakanın yangına körükle gider hali, insanların çırpınışı, olayların yoldan çıkması amaç değiştirmesi, tam bu arada geçen petrol yasası, yapılan anketlerde AKP oylarının artması, esnaflar palalıl saldırganlar, ajanlar, duran adamlar, gülen adamlar, yalanlar. yalanlar, yalanlar…
Karmaşa benim için yeni bir ruh hali değil, ama bunun bir politika olduğunu sezmem yeni. Ama tüm bunlara rağmen insanların kendinden çok emin olması da bende başka bir ruh hali yaratıyor: şaşkınlık
Ortada dolanan yalanlar, koskoca gazetelerin uyduruk resimlerle haber yapması, sosyal medyada çıkan uyduruk fotomontajlar, bizzat başbakanın söylediği ama bir türlü kanıtlanmayan sözler (camide içki içildi)… Bunların bende oluşturdupu etki; Güvensizlik
Tüm bunları hissedip de isyan etmemek insanlığın kendi doğasına aykırı. Ama görüyorum ki insanlar bataklığa düşmüş gibi. Bir şeylere inansalar oyunun içindeler, inanıp bir şeyler yapsalar bizzat oyuna alet oluyorlar… Benim gibi yapsalar, hiç bir şeye inanmasalar (insan için huzursuzluk demektir) yine oyuna alet oluyorlar çünkü bu da beklenen ve istenen sonuçlardan bir tanesi; kafası karışık ne yapacağını bilmeyen insanlar yetiştirmek… Sonuç: artık yapılacak hiç bir şeyin kalmadığını anlarsın ve karşı konulamaz ruh hali çaresizlik.
Kaçınılmaz bir depresyon… Sığınacağın tek bir yer kalır aslında ama bu oyunlar onu da kirletmiştir: din. Onu da istedikleri gibi kullanıp manipüle ederler. Allah adını ağzından düşürmeyenlere bakarsın, 5 vakit namaz kılanlara (haşa bir genelleme söz konusu değil, sözüm çok göz önünde olup bitenlere yoksa herkesin dini kendine), ulan dersin bunlar müslümansa ben değilim, Din sana kişilere  takılmamanı bas bas bağırır nafile.. İnsanda bilinçaltı denilen bir şey var azizim ister istemez etkilenirsin…
Din adına körüklenen nefreti görürsün… Daha dün dini kurallara uygun hareket eden bir kanalımızdaki Ramazanı Şerif kutsaliyeti içinde yapılan bir iftar duası gördüm, müslüman olmaktan utandım. Adam şöyle diyor, “Allahım, düşmanlarımızı kahret, onları lanetle, üzerlerine bilmem neler yağdır.. Bizleri cennetinle nurlandır, hurilere nurilere karıştır vs…”
Bunu yaparken yüzünde bir nur. Bir gülümseme.. Adam sanki bir melek. Ulan be Adam, Allahın Peygamberi (S.A.V.) bile, Allahım bunlara hidayet eyle, kalplerine sevgi saygı hürmet koy… Diye dua ederken nedir sendeki bu nefret. Nedir bu kin?
Biter mi bitmez. Bakıyorsun dünyaya… Sadece lanet olası müslüman ülkelerde savaşlar var, sadece oralarda karmaşa… Bakıyorsun Avrupaya, Amerikaya, adamların tek derdi çalışmak, okumak, öğrenmek, gezmek, eğlenmek…
Bire doymayasacılar, nedir ulan sizin derdini? Dünyayı versek uzayı istersiniz, uzayı versek nerde gerisi dersiniz? Üç yaşında çocuğun bile görüp idrak edeceği bir şeyi 1 milyar müslüman anlayamıyor….
Sonuç: Çaresizlik. Bizden bir halt olmaz diyorsun…
Ama yok mu eskilerden kalan güzel özellikler? Var tabiii.
Spor programların ikisinde, tesadüf aynı gün, iki tane siyahi futbolcuyla röportaj yapılıyor. Ne tesadüf benzer konular benzer sorular. Sorulardan bir tanesi; bir maçta siyahi bir oyuncuya yapılan ahlaksız ırkçı hareket. İkisi de aynı şeyleri söylüyor: Bu istisnai bir olaydır. Türkiye de insanların ırkçılık yapması mümkün değil, aksine bize çok çok iyi davranıyorlar.
Daha da fazlası bu siyahilere kadınlı erkekli sempati ile baktığımız doğrudur 🙂
İşte diyorum. Hala bir şeyler var, bize ait, bize has güzel huylar… Bir ümit doğuyor ister istemez. Gözlerin yaşarıyor…
Son Sözler
Yukarda anlattığım durumlardan dolayı yine yukarda anlattığım ruh hallerini yaşadım. Çareyi tüm bunlardan uzaklaşmada buldum. Televizyonu kapattım, interneti kestim. Bir süre kendimle başbaşa kalmayı denedim. Okudum okudum okudum… Sonra midem bulandı.
Neden ulan dedim… Bir baktım elimdeki kitap Orhan Pamuk’un… Hemen attım elimden. Bu kitaplar, tek derdi dünya aşk meşk sağcılık solculuk orta yolculuk olan zırvalıklar midemi bulandırdı. Sonra eski bir dostu gördüm tozlu raflarda. Mevlananın Mesnevisi. Bana içinde aldatma, yalan dolan, kişisel çıkarlar ihtiraslar, şehvetin olmadığı, aşkı sadece gerçek aşkı anlatan bir şey lazımdı. İşte bu o dedim.
Mesnevi.
Bana diyordu ki Mesnevi:
Kapat televizyonu radyoyu interneti… Hatta kulaklarını ve gözlerini de. Işıkları da kapat. Kendine dön, özüne dön ve içindeki ışığı aç… Bedensel isteklerinin hepsini bir kenara bırak. Öldür kendini. Öldür nefsini…
Çünkü kendini öldürmeden O’na ulaşamazsın…