“Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim.” Diyor Üstad Mağaradakiler kitabının kendi düşünsel yolculuğunu özetlediği Ecce Homo bölümünde. Belki, yüzde yüz başarıya ulaşmadın ama en azından idrakimize vurulan zincirleri kırdın, bize yüzümüze karşı söylenilen yalanları gösterdin, belki muhteşem bir istikbalimiz yok henüz ama muhteşem mazimizi gösterdin. Belki, fazla ümidim yok ama, o hayal ettiğin muhteşem istikbal gelirse kendi sırtına yüklediğin son görevi de ifa edip, rahat uyuyacaksın…
Mağaradakiler kitabı Cemil Meriç, “aydın ya da entellektüel kimdir?” sorusuna cevap arıyor. Önce var olan tarifleri sıralıyor, sonra diyor bu iş böyle olmaz tarihten örneklerle açıklamak gerekir. Çünkü, entellektüel de ne idğü belli olmayan kaypak kelimelerden birisidir diyor ve bizi tarihin başlangıcından bu güne kadar uzanan entellektül örnekleriyle uzun bir yolculuğa çıkarıyor.
Önce Sofist oluyor entellektüel, sonra rahip, filozof ve en son entellektüel. Ama belli ki bunların hiç birisi yazarın kafasındaki entellektüel tarifine uymaz.

Tanzimattan bu yana Türk aydınının alın yazısı iki kelimeyle düğümleniyordu; aldanmak ve aldatmak.”

Entellektüeli anlatırken, gerek avrupanın gerek rusyanın gerekse bizimkilerin aydınlanma adına geçirdiği yolculuğu da anlatır Cemil Meriç. Arada parlak zekalar olsa da özellikle tanzimattan başlayarak batı hayranlığıyla gelen yozlaşmayı sağlamış aydınlarımız. Ama ne batılı olabilmişiz ne doğulu. Kendimizden de kopmuşuz. Nasıl tarif ederseniz artık bu durumu…
ÖZET :
Bir yeraltı mağarası düşünün. İnsanlar mağarada zincirlenmiş duruyorlar. Hep aynı nokta üzerindeler ve zincirden dolayı başlarını sağa sola çeviremiyorlar, yalnızca karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir ışık geliyor. Önlerindeki duvara gölgeler düşüyor. Ve bu insanlar sadece bu gölgeleri görebiliyorlar, gölgeleri gerçek zannediyorlar. Onlar için tek gerçek var: Gölgeler.
Aralarından biri zincirlerden kurtulmayı başarır. Mağaranın dışına çıkıp gerçek dünyayı görür. Eski günlerini hatırlar. Ne kadar yanlıştır mağaradakiler, gerçek sandıkları şeyler. Ama mutludur şimdi. Gerçekleri görmektedir. Mağarada kalan eski doslarını hatırlayınca, acır onlara. Şimdi gidip onlara ”hakikat”i söylese, dostları onu dinlemez. Ona ”sen gözlerini kaybetmişsin, saçmalıyorsun. Gerçekler; burdakiler, bunlar! Biz halimizden çok memnunuz. Sen aptallaşmışsın. Kapa çeneni.” derler ve onu sustururlar. Kişi, esir arkadaşlarına “yanlış, aptal” gözükür. Oysa ki bilmezler; asıl “yanlış” olan kendileridir…

Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir