Bu sene belki de yıllar önce yapmam gereken bir şey yaptım; Ahmet Hamdi Tanpınarın tüm kitaplarını aldım ve sırasıyla okumaya başladım.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını zaten yıllar önce okumuştum ve dönemi resmetme tarzına ve ince espriler ve dokundurmalara hayran kalmıştım. Bu sefer Mahur Beste kitabı ile başladım, ne yalan söyleyeyim istediğimi tam bulamadım. Sanki yarım kalmış bir kitap gibiydi…
Sonra okuduğum kitaplar ise Beş Şehir ve Tüm şiirleri kitapları idi. Beş Şehir tasvirleri, tarih ve kültürü ve de estetiği birleştirerek şehirlere bakması bakımından ilgimi çekti. Bu kitapta Yahya Kemalin istanbul konulu kitabını buldum.
Ahmet Hamdinin şair yönünü ise çok beğenmedim çünkü aşırı titiz bir insan ve şiirleri üzerine onlarca belki de yüzlerce değişiklik yaparak mükemmeli bulma arayışında. Bu arayış nihayetinde çok güzel şiirlerle sonuçlansa da bence şiirindeki doğallığa birazcık zarar veriyor.
Sonra, değişik yerlerde yayınlanmış yazılarından oluşan “Hep Aynı Boşluk” kitabını bitirdim. Bu kitapla Ahmet Hamdiyi birazcık daha tanımış oldum. Ancak aradığımı bulduğum, okurken keyif aldığım kitapları “Sahnenin Dışındakiler ve Huzur” kitapları oldu.
Ahmet Hamdi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste ve Huzur kitaplarında bir İstanbul sahnesi oluşturuyor. Kahramanlar Osmanlının son döneminden ikinci dünya savaşının ilk gününe kadar olan zaman diliminde bu sahnenin üzerinde hayatlarına devam ediyorlar.
Kahramanlar hep tanıdık ve iç içe. Mahur Beste kitabına ismini veren bestenin sahibi Talat Beyin torunu Nuran hanım son kitap Huzurun baş rollerinde görev alıyor. Sahnenin Dışındakiler kitabında sesiyle işgal kuvvetlerini taciz eden Tevfik Bey yine son kitabın baş rolünde. Mahur bestenin yalnız adamı Behçet Bey ise kendine Sahnenin dışındakiler kitabında yer buluyor.
Bu çok değişik bir his. Yani hiç tanımadığınız bir hikayenin içerisinde tandık bir yüz görmek elbette mutlu ediyor ve bu romanların tamamında bir bütünlük oluşturuyor.
Huzur kitabı Anadolunun ücra köşelerinden gelip İstanbulda kendine yer bulan Mümtazın kendi içerisinde huzur arayışını konu ediyor. Aslında romanın tüm kahramanları bir huzur arayışında ama hiç birinin bu konuda başarılı olduğunu söyleyemiyoruz.
Romanın ana konusu Mümtaz ve Nuranın aşk hikayeleri gibi dursa da asıl konu dönemin entellektüel arayışları, bu arayışların getirdiği huzursuzluklar ve tabii ki iki savaş arasında kalmış bir milletin geçirdiği yolculuk. Yine aynı yere geliyoruz, kitabın adı huzur ama huzur hiç bir yerde.
Kitap anlayacağınız üzere bir olay romanı değil, bir durum romanı. Yazar basit bir hikaye üzerinden beynindeki tüm estetik, müzik, psikolojik ve toplumsal konuları boşaltmış. Zaten kitaptaki tüm karakterler de bu düşünceleri temsil eden ya da düşüncelerde pişmiş kişilikler.
Suat varoluş sancıları çekerken, Mümtaz henüz nereye gideceğine karar verememiş biri. İhsan ise doğu ve batıyı birleştirmiş her konuda orta yolu bulabilen bir uzlaşı adamı. Nuran ise ülkenin yeni yüzü. Kocasından boşanabilen, istediği erkekle gezip eğlenebilen sosyal bir kadın.
Romanın bir sahnesinde bu karakterler bir akşam yemeği için bir araya geliyorlar. Bu yemekte musiki, sanat, siyaset, din ve bilimum her konuda sohbetler ediliyor. İşte romanı tekrar tekrar okuma hevesi oluşturan bölümler de burası.
Bu sohbetler sıradan istanbul halkının içkili bir yemekte sarfedeceği muhabbetin çok ötesinde. Bir kültür birikimi var ve anlamak için belki de defalarca okunması gerekiyor.
Dönemin her düşünce akımıyla ilgili, sanatla ilgili ve estetikle ilgili bir çok analizler ve beyin fırtınaları barındırıyor.
Sonuç olarak, seri bu romanda önemli bir yere sahip olup olayların akışını değiştiren Suat’ın Mektubu adlı kitapla sona eriyor.
Kitabın sonunda keşke Ahmet Hamdi yaşasa ve yazmaya devam etseydi demekten kendinizi alamıyorsunuz.